İzmir de Ulaşım

BATILILAŞMA SERÜVENİ -(AVRUPA BİRLİĞİ)

28 Aralık 2013, 12:42
Metin AYDOĞAN
 Kapitülasyon Anlaşması
Türkiye Avrupa Birliği ile yaptığı ve hala yürürlükte olan Gümrük Birliği Protokolü, Kemalizmin üzerinde yükseldiği ulusal tam bağımsızlık kavramının yadsınmasıydı ve bu nedenle Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin kabul edebileceği bir anlaşma değildi. Anlayışını 19.yüzyıl sömürgeciliğinden alan Gümrük Birliği Protokolü’yle Türkiye ekonomik, siyasal ve hukuksal hükümranlık haklarını, üye olmadığı bir dış güce devretmeyi kabul ediyor ve kendisini Avrupa’nın bir yarı–sömürgesi haline getiriyordu.
Gümrük Birliği Protokolü tam ve tartışmasız bir biçimde ağır bir kapitülasyon anlaşmasıydı ve şu koşulları içeriyordu;
1.Türkiye Gümrük Birliği’ne girmekle, organlarında yer almadığı bir dış örgütün tüm kararlarına uymayı önceden kabul ediyordu. Türkiye’nin karşı oy verme, kabul etmeme ya da erteleme gibi hakları bulunmuyordu.
2.Türkiye, Gümrük Birliği Protokolü’yle, dış ilişkilerini belirleme yetkisini Avrupa Birliği’ne devrediyordu. Türkiye, Avrupa Birliği’nin üye olmayan üçüncü ülkelerle (tüm dünya ülkeleri) yaptığı ve yapacağı bütün anlaşmaları önceden kabul ediyordu. (16 ve 55 maddeler)
3.Türkiye, Gümrük Birliği’ne girmekle, herhangi bir dünya ülkesiyle Avrupa Birliği’nin bilgi ve onayı dışında ticari anlaşma yapmamayı kabul ediyor, yapması durumunda Birliğe anlaşmayı engelleme yetkisi veriyordu. (56.madde)
4.Türkiye, Gümrük Birliği’ne girmekle, Avrupa Birliği’nin GB ile ilgili olarak alacağı bütün kararlara paralel kanunlar çıkarmayı önceden kabul ediyordu. (8.madde)
5.Türkiye, Gümrük Birliği’ne girmekle, içinde hiçbir Türk hakimin olmadığı Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın bütün hukuki kararlarına tam olarak uymayı önceden kabul ediyordu. (64.madde)
6.Türkiye, Gümrük Birliği’ne girmekle, ulusal pazarını rekabet etmesinin mümkün olmadığı Avrupa mallarına açıyor, gümrük vergilerini sıfırlıyor, tüm fonları kaldırıyordu.
Yıkıma Giden Yol
Gümrük Birliği Protokolü’nün koşulları Türkiye açısından gerçekten çok ağır ve yıkıcıydı. Avrupalılar, bu denli ağır ve tek yanlı bir anlaşmayı Türkiye’ye bu denli kolay kabul ettirmenin mutlu şaşkınlığına uğramışlardı. Avrupa Parlamentosu’ndaki görüşmeler sırasında söz alan bir parlamenter şunları söylemişti: “Türkiye’yi çok ucuza satın alıyoruz. Bu bizim yararımıza olmayacaktır.”
Fransa’nın Ankara eski Büyükelçisi Eric Routeau’nun Protokol’le ilgili sözleri bir büyükelçiden beklenmeyecek kadar açık ve netti: “Türkiye, büyük ödünler verdiği çok haksız bir anlaşmaya imza attı. Bu anlaşma yeniden düzenlenmezse, Türkiye’nin ekonomisi açısından bir felaket olur. Avrupa pazar istiyordu, istediğini fazlasıyla elde etti.”14
Almanya Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel’in sözleri ise acı gerçeğin belki de en somut ifadesiydi: “Türkiye bizim Cezayirimizdir.”
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Alman Leni Fisher’in, Türkiye’nin GB’yi kabul etmesi konusunda 24 Ocak 1996 tarihinde söylediği sözler gerçek durumu ortaya koyan açık sözlerdi: “Avrupa’nın Ortadoğu’da çok önemli rol oynayan bir Türkiye’ye ihtiyacı vardır.”
AB Türkiye’yi Hiçbir Zaman Üyeliğe Almayacaktır
Gümrük Birliği uygulamalarının neden olduğu ekonomik yıkım, giderilmesi giderek zorlaşan ulusal sorunlar olarak Türk halkının karşısına dikilmektedir. Ancak yaşanan bunca olumsuzluğa karşın, yalana ve yanlışa dayanan AB politikaları, toplumsal yaşamın tümünü kapsayacak biçimde ısrarla sürdürülmektedir.
Politikacılar ve büyük sermaye çevreleri, AB’ne verilen ödünlerin yetersiz olduğunu, daha çok ödün verilmesi gerektiğini, AB’ne ancak bu yolla üye olunabileceğini söylemektedirler. İleri sürülen bu sav, söylem düzeyinde bırakılmamakta ve yasal zemini oluşturulan uygulamalar halinde yaygınlaştırılmaktadır. Oysa, Avrupa Birliği Türkiye’yi hiçbir zaman tam üyeliğe almayacaktır. Çünkü;
1.Gümrük Birliği, Avrupa Birliğine üye olmak için verilen ulusal bir ödündür. Ekonomik gücüne ve yönetim sistemine güvenen Avrupa ülkeleri, ortaklıktan elde edecekleri yararları düşünerek gümrüklerini diğer ülkelere açmışlardır. Türkiye, ortaklık haklarını elde etmeden pazarını Avrupa’ya açmıştır. “nimet”’i olmayan bir “külfet”’e katlanmış, kendisini de Avrupa için “külfetsiz nimet” haline getirmiştir. Bu nedenle tam üyeliğe alınmasının gereği ortadan kalkmıştır.
2.Avrupa büyük boyutlu ekonomik ve sosyal sorunlarla karşı karşıyadır. Daralan dünya pazarları, şiddetlenen uluslararası rekabet, işsizlik, üretimsizlik ve sosyal güvenlik sorunları giderek büyüyen dalgalar halinde Avrupa’yı sarmaktadır. AB kendisini ABD ve Japonya’ya karşı korumaya çalışmaktadır. Amacı siyasi birliktir. “Avrupa Birleşik Devletleri” olarak ifade edilen oluşumda Türkiye’nin yeri yoktur. Olması da mümkün değildir.
3.Türkiye, AB’ye göre sorunları çok daha fazla olan farklı yapıda azgelişmiş bir ülkedir. Böyle bir ülke Avrupa için “ortak” değil ancak “pazar” olabilir. Yüzde 10’u aşan kronik işsiz oranıyla Avrupa’nın, kalabalık nüfusu ve yüzde 26 işsizi olan Türkiye’yi tam üyeliğe alarak ona serbest dolaşım hakkı tanıması demek, çözmekte yetersiz kaldığı Avrupa işsizliğinin katlanarak artması demektir. Böyle bir gelişme ise AB’nin gözünde “Viyana kapılarında durdurulan” Türklerin Avrupa’yı bu kez “kılıçsız istila” etmesidir.
4.Türkiye tam üyeliğe kabul edilmesi halinde, temsil haklarının nüfusa göre belirlendiği Avrupa Birliği içinde, Birliğin en etkin birkaç ülkesinden biri olacaktır. Avrupa Parlamentosu’nda 91 milletvekili (Almanya 99, İngiltere ve Fransa 87), Bakanlar Konseyi’nde 10 oy (Almanya, İngiltere ve Fransa 10) ve AB Komisyonu’nda 2 komiser (Almanya, İngiltere ve Fransa 2) ile temsil edilecektir. Yüzyıllardır (1923–1938 arası hariç) Avrupa’nın yarı–sömürgesi durumunda olan Türkiye, Avrupa’yı yöneten bir ülke haline gelecektir. Kendi ülkelerini “yönetemeyenler” Avrupa’yı “yöneteceklerdir”. Böyle bir durum, Avrupalılar için değil kabul etmek gerçek bir “kabus” tur.
5.Türkiye tam üye olması halinde, AB’nin yürürlükteki sistemi gereğince, Birliğin “az gelişmiş yörelere yardım fonundan” her yıl yaklaşık 17,5 milyar dolar yardım alması gerekecektir. Böyle bir durum, pazar ve para için 20.yüzyıl içinde milyonlarca insanın öldüğü iki dünya savaşı çıkaran Avrupalıların, “akıllarından bile geçiremeyecekleri” bir gelişmedir.
6.Avrupalılar, Türklere yüzyıllardır ırkçı ve dinci gözlüklerle bakmışlardır. Avrupalılar için Türklerin yaşam tarzları, kültürel gelenekleri ve dini inançları, aynı siyasal oluşum içinde birlikte olunamayacak kadar kendilerinden uzaktır. Bu durum Türkler için de geçerlidir. Avrupa her geçen gün daha fazla kendi içine kapanmakta ve kendini özellikle ABD ve Japonya’ya karşı mücadeleye hazırlamaktadır. Yarattığı ekonomik–siyasi oluşum içinde Türkiye’nin gerçekten “yeri yoktur.”

Bu makale 126251 kez okundu
Yükleniyor...